15 Ağustos 2015 Cumartesi

Sevgili Kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım,

 29 Kasım 1947 tarihinde Birleşmiş Milletler,  Orta Doğu'da bir İsrail  devletinin kurulmasını
oy çokluğuyla kabul etmişti. 
Sıra bu yeni devletin resmen ilanına gelmişti.  İngiliz mandası 15 Mayıs 1948 günü Orta Doğuyu terk edecek ve aynı gün İsrail Devleti resmen ilan edilecekti.
Ancak Araplar bu yeni devleti asla kabul etmeyeceklerini haykırıyorlardı.  
İsrail'in kuruluşu resmen ilan edilir edilmez  savaşın  başlaması kaçınılmazdı.
5 büyük Arap Devleti (Mısır, Suriye, Ürdün, Irak ve Suudi Arabistan) Yahudileri denize
dökmek istiyorlardı.
 
Doğmakta olan bu  yeni devletin  doğar doğmaz ölmemesi için en büyük gereksinim silah ve donanımdı. Birinci derecede problem,  para idi.  Bir kaç ay evvel bu sayfalarda size sunduğum  "50 milyon dolarlık kadın"  başlıklı yazımda Golda Meir'in, olağan üstü Amerika gezisini ve para meselesini nasıl hallettiğini yazmıştım. Ancak paranın dışında da çok büyük zorluklar vardı.
Aşağıda okuyacağınız satırlar paranın dışındaki diğer zorlukların küçük bir kısmını anlatmakta.
 
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Xiel Federman, Ben Gurion tarafından 16 bin kişilik bir orduyu donatacak  silah dışındaki araç 
gereci bulup almakla görevlendirilmişti. Bu olağan üstü insan 16 yaşında iken 1940 yılında Almanya'dan kaçarak Hayfa 'ya gelmiş ve burada bir kahve açmıştı.  Kısa sürede burası İngiliz denizcilerinin uğrak yeri olmuştu. Bu kahve, her türlü malın alınıp satıldığı bir merkeze dönüşmüştü.  Bir süre sonra Federman,   Majestelerinin  kara ve deniz ordularına mal satan
bir numaralı müttehit olmuştu.  23 yaşına geldiğinde  çok zengindi.
Federman, kurulmakta olan  yeni orduya, (Haganah) maddi desteğinin yanında ticari dehasını da katarak inanılmaz hizmetlerde bulunacaktı. Kısacası,  bir orduyu donatmak için  yeryüzündeki belki de en uygun kişiydi.
 
25 aralık 1947 günü Xiel Federman, Anvers'te,   dünyada  bulunabilecek en akıl almaz ucuz eşya mağazasının önünde durmaktaydı.
12 kadar antrepoya koca bir orduya yetecek kadar savaş artığı  malzeme doldurulmuştu. Paletli araçlar, cankurtaranlar, buldozerler, cipler,
dev çadırlar, miğferler, kablolar, fişeklik, iç çamaşırı, postallar fenerler,   ve daha binlerce  malzeme... Federman bir hazine keşfetmişti. Kağıdını kalemini çıkardı ve listesini hazırlamaya başladı. 

Şimdi bu mühimmatı taşıyacak gemiyi bulmak zorunda idi.  Acenteler İngiliz ablukasındaki  barut fıçısına dönen Orta Doğuya gitmek istemiyorlardı. Hele hele askeri mühimmat taşımak hiç işlerine gelmiyordu.   Üstelik de kaçak olarak.  İsrail devleti henüz kurulmadığı için resmen devlet adına malzeme alınamıyordu. Tüm silah ve mühimmat ülkeye kaçak olarak giriyordu. 
Gemilerin sigortalanması da çok büyük bir sorundu. Sigorta işlemlerinin çoğu Londra'da yapılmaktaydı ve  Hayfa Limanı'na gidecek gemileri kimse sigortalamak istemiyordu.
Sonunda Anvers'te,   limanda demirli İsgo adlı bir Kanada Şilebi  bulabildi.  Askeri mühimmatla dolu sandıkların üzerine  "traktör parçaları"  yazıldı. Sandıkları örtüldü ve mühimmatı gizlemek için üzerine 40 ton kömür yüklendi. 
Ancak gemi yola çıkmadan bir gün önce Federman yepyeni bir parti sahra telefonu buldu. Bunun hayati önemi vardı. Bunu da  muhakkak gemiye yüklemeliydi. 
Satıcı,  40 bin dolar nakit  istiyordu. Bu kadar nakit o anda  Federman'da yoktu. Anwers'in ünlü elmasçılar çarşısına yöneldi. Gördüğü  ilk Yahudi elmasçının mağazasına daldı. Adamdan Haganah adına,  bütün Yahudi elmasçılardan, ellerinde bulunan
nakit parayı oraya getirmelerinin rica etmesini istedi. Yahudi elmas tüccarları,  yarım saat içerisinde gazetelere  özenle sarılmış dolar destelerini getirmeye başladılar. Federman parayı bulmuştu. Sahra telefonları İsgo'ya yüklendi.
 
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


Diğer taraftan Yahudiler için silah almak üzere görevlendirilen  Ehud Avriel üç aydır alım yapmaktaydı. Ama bir türlü bu silahları taşıyacak gemi bulamıyordu. Sonunda Yugoslavya'nın Rijeka şehrinde Nora adlı bir şilep buldu. Silahlar gemiye alelacele  yüklendi. 
Üstleri tonlarca soğan ile kaplandı.  Bu işlemler yapıldığı sırada  olağanüstü bir tesadüf oldu.
Acentede oturdukları bir sırada, memurlardan biri Ehud Avriel'e seslendi.
-Tebrikler, dedi adam, ikinci bir gemi bulduğunuzu görüyorum. Lino adlı şilebe ikinci bir parti silah yüklemesi konusunda da talimatları  verdik.
Ehud Avriel dondu.  O ikinci bir gemi tutmamıştı. Aniden beyninde bir şimşek çaktı. Bunlar Arap silahları idi. Lino isimli şilep Arap silahlarını Suriye'ye  götürecekti. Haberi derhal Haganah'a  bildirdi. Onlar gereğini yaparlardı. Yaptılar da...

Sahte Kanadalı pastacı Freddy Freidkens Paris dışındaki havacılık klubünün hangarlarında bulunan eski bir
Ansor bombardıman uçağına 2 adet 100 kiloluk bombayı yükliyene kadar canı çıktı. Haganah kendisine Lino'yu bulup batırma emrini vermişti. Sahte pastacı, üzerinde hiç bir işaret olmayan  çift motorlu bir uçakla var olmayan bir devlet hesabına Adriyatik denizi üzerinde bir şilebi bulup batıracaktı.  Üç gün boyunca Adriyatik denizinde her yerini  karış karış aradı. Her limana baktı. Limo yoktu.  Oysa Haganah ajanları kendisine  geminin yola çıkacağı gün ve saati, rotasını , hızını bildirmişlerdi. Fakat gemi ortalıkta yoktu.  Sonunda  büyük bir fırtına yüzünden Freddy  aramalara son verdi. Çok üzgündü.  Limo'yu  bulamamıştı.

Ertesi gün  Limo İtalyan Gazetelerinin manşetlerindeydi.  Arızalar ve fırtına yüzünden gemi İtalya'nın kuzeyinde küçük Molfetta limanınasığınmak zorunda kalmıştı.  İtalya seçim arifesinde idi ve karışıktı. İtalyanlar gemideki silahları görünce ihtilal olacak zannetmişlerdi.    Polis Limo'nun hareket etmesine izin vermiyordu.

1947 yılında  9 Nisanı,   10 Nisana bağlayan gece  saat 23.00 de bir kamyon, Corso della Vittoria  üzerindeki bir geçitten denize kadar indi. Genç bir çift gözcülük ederken, Haganah ajanı Jossele  ve  iki kurbağa adam,  getirdikleri bütün araç gereç ile birlikte bir tekneye bindiler.  Jossele patlayıcıyı sıkı sıkı göğsünde tutuyordu. Bu ağzına kadar T.N.T. dolu, su geçirmeyen  bir motosiklet iç lastiği idi. Ayrıca Jossele'in yanında  Katolik İtalya'da o günlerde bulunması çok güç  bir kaç tane prezervatif vardı. Bunlar da   patlayıcı ile  doldurmuştu. Jossel daha sonra prezervatifleri  bol bol potasa bulamıştı. Lastik tekneye yapıştığında ateşlemeyi sağlamak amacıyla içine dikkatle ufak bir şişe sülfirik asit koyacaktı.  Asit, şişenin ağzını kapayan kağıt tıpayı eritene kadar onlar uzaklaşmış olacaklardı. Potasın üzerine  düşecek ilk  asit  damlası müthiş bir sıcaklığa sebep olacak ve her şey havaya uçacaktı. 

Tekne kısa sürede Limo'ya yaklaştı.  40 metre kala Jossele ve kurbağa adamlar denize süzüldüler.  Soğuk suda hedeflerine ulaşıncaya kadar derinden yüzdüler.  Şilebe ulaşınca patlayıcıyı özenle yapıştırdılar. Jossele asit şişesini yerleştirdi. Bu sırada nöbetçilerin ayak seslerini duymaktaydılar.  Acele ile gerisin geriye yüzerek teknelerine atlayıp kıyıya vardılar.  Mardor'un (şoför) onları kamyonla beklediği balıkçı limanına doğru koşmaya başladılar.  Kamyona  atladıkları gibi Roma yoluna çıktılar.

Sabaha karşı saat 04.00 de Limo müthiş bir patlama ile sarsıldı.  Çok kısa bir zamanda battı. Arap silahları denizin 12 metre dibine  inmişti... 
 
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
Aynı günlerde  genç bir Suriyeli subay gün doğarken otelinin penceresinden dışarıya bakıyordu. Yüzbaşı Abdülaziz Kerin, bir kaç saat içerisinde   Prag'a doğru yola çıkacaktı. Çekoslavak başkentinde on bin otomatik tüfek,  bin makineli ve iki yüz mitralyöz satın alması gerekiyordu. Bunlar, İsrail'i silip süpürmek için gerekli silahların ilk partisiydi. Haftalarca uğraşan Abdülaziz Kerin sonunda Prag'da  anlaşmayı yapmaya muvaffak olur ve silahları alır. Şimdi bunları Suriye'ye götürecek bir gemi aramaktadır. Kaldığı oteldeki yardımsever  resepsiyonist   ona bir gemi acentesi önerir.  Yüzbaşı acente ile temasa geçer ve anlaşır. Silahlar gemiye yüklenir ve Abdüaziz ülkesine  işini yapmış insanların huzuru ile döner.
Ne var ki  gemi acentesi,  genç resepsiyonist gibi Yahudi'dir. Otelci,  bu teferruatı  Suriyeli yüzbaşıya söylememiştir.Silahlar doğruca Hayfa'ya gider...
 
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
Haganah'ın en olağanüstü  silah efsanesi 1945 yılının bir yaz gecesi Tel-Aviv'de bir kahvede başladı. Hayim Slavine adlı mühendis bir Yahudi gazetesini okurken Washington kaynaklı bir habere rastladı. Birleşik Amerika'daki silah fabrikalarına ait  bir sürü  makine,  yepyeni bir halde,  gelecek aylar içerisinde hurdaya çıkarılacaktı. Hayim evine dönüp Ben Gurion'a bir mektup
yazdı ve  "alın o makineleri"  dedi. 
Ben  Gurion makinelerin alınması için bizzat Hayim'i görevlendirdi. Derhal  Amerika'ya giden Hayim,  hurda fiyatına  bir sürü makine satın aldı.  Günde 50 bin mermi yapabilecek  makineler,
seri halde makineli tüfek yapabilecek aletler grubu, havan mermileri yapabilecek tornalar  hurda fiyatına satın alındı. Şimdi daha büyük bir sorun vardı. Bu makineler İsrail'e nasıl gidecekti? 
İnanılmaz bir çaba ile  Hayim makineleri tek tek söktü. Ortaya 75 bin parça çıktı.  Bunlar sandıklandı. Üzerlerine tekstil makineleri yazıldı.  Sonra gemilere yüklenip İsrail'e gönderildi. Gümrüklerden ve İngilizlerin kontrolünden kolaylıkla  geçti. İsrail'de  son makine de monte edildiğinde Hayim Slavine tarihin en büyük mekanik bilmecesini çözmüş bulunuyordu.
Amerika'da hurdacılarda başlayan yolculuk İsrail'de kibutzlarda sona ermişti.  75 bin makine parçası tek tek monte edilmişti.
Bir tek somun bir tek halka eksik değildi.
 
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
Burada  sadece bir isim olarak andığımız bu insanlar bir milletin doğuşunda birinci derecede rol oynadılar.
Onlar efsanevi günlerin olağanüstü insanlarıydılar  ve olağanüstü işler başardılar.
İsimlerini bilmediğimiz binlercesi ise hayatlarını vatanları için kaybettiler ve ne yazık ki hala kaybetmekteler.
Diasporadakiler,  bir gün İsrail'i ziyarete gelirseniz bastığınız toprağa dikkat edin. Bu  toprakların her santiminde kan, gözyaşı, emek ve vatanseverlik vardır.
Biz İsrail'dekilerin de bunların bilincinde olmamız ve ortak tarihimizi genç nesillere aktarmamız gerekiyor.
Toprağımızın kıymetini bilelim ...
 
Bu hafta da  bu kadar.
 
Aaron Baruch   (Ankaralı)
 
 
Yukarıdaki satırlarda anlattıklarım  Kudüs ey Kudüs  kitabından derlenmiştir.
Bilgilerinize.
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder